29 Nisan 2008 Salı

No Hablo Español

Dün yeni evime taşındım. Cumartesi sabahı Ali Onur'un aklına parlak bir fikir geldi. Benim için iyi olacağını düşündüğü ve kendisinin de bundan önce oturduğu mahalleye gittik. Ordaki bakallarda asılı olan ev ilanlarına baktık. İki numara vardı. İlkinde üç çocuklu bir aile kalıyordu. Kendileri tek odada kalıp üç odalarını kiraya veriyorlardı. Yemek dahil 500.000 pezo dediler. Arkasından öteki numarayı aradık. Burda elli yaşlarında bir kadın bizi karşıladı.
Üç odasını kiralıyormuş. Ev güzel, tertemiz, derli toplu. Oda da güzel. Sadece birazcık karanlık geldi. Ama zaten akşamdan akşama geleceğim. Fiyatı da 320.000 pezo. Ertesi günü kararımızı bildirelim dedik. Pazar günü taşındım. Tek bir falsosu internet yok. Ama onu da bağlatabiliriz.
Bugün sabahtan Ali Onur geldi beni aldı. Metroya kadar yürümeyi öğrendim. :)
Akşam kendi başıma eve gittim ilk defa. Başta biraz tırsıyordum. Ama sonra düşündüm ki ben Barcelona'da 4 gün geçirdim. Bir tek kelime de İspanyolca bilmiyordum. Şimdi en azından "No hablo Español" diyebiliyorum. Sonra Bulgaristan'dan Romanya'ya gittim trenle. Yine tek başıma.
'Akşam kendi başıma gittim' diyorum ama müdürüm bizi bizim evin oraya bıraktı. Ali Onur bana yolları, daha önceden gittiğimiz yerleri tekrar anlattı. Sonra beni yakınlarda bir markete bıraktı yürüyerek. İlk alışverişimi yaptım. Elektrik bölümünde üçlü priz ararken görevlilerden biri İspanyolca muhtemelen 'Yardımcı olabilir miyim?' dedi. Ben hemen "No hablo Español" dedim. O da "Do you speak English?" dedi. Sonra uzun konuşmalardan ve deneme yanılmalardan sonra üçlü prizi bulduk. Sonra nerden olduğumu sordu. Ben de 'Turkey, Turcia' dedim. 'İki kişi biliyorum sizin ülkeden' dedi. İlki Nazım Hikmet. Nazım Hikmet şiirlerini çok severmiş. 'Sen de seviyor musun?' dedi. Severim tabi. Biraz anlattı neden sevdiğini. İkincisi de Orhan Pamuk. Nobeli aldı dedi. Biraz daha konuştuk sonra ben alışverişime devam ettim. Kasiyerle de çat pat konuştuk. Biraz sözlük yardımı aldım orda.
Dikkat etmeme rağmen torbalarım ağır olmuş. Taksiye binip da yol tarif edecek durumda olmadığım için yürüyerek gidiyorum şimdilik. Yolda biri bana yol sordu. Yine "No hablo.. " dedim. Alman'mış. İngilizce konuştuk biraz. Kreuzberg muhabbeti. Kolombiya'yı gezmiş. 'En çok nereyi sevdin' dedim. Bogota'nın Kuzeybatısına 3,5-4 saat uzaklıkta bir yerin adını söyledi. Ama tabi ki hatırlamıyorum. Haritada görsem hatırlarım herhalde. 'Bogota'ya gitmesen de olur' dedi. Sonra birbirimize iyi dileklerde bulunup ayrıldık. Yolun karşısına geçmiştim. Torbaların yerini değiştirmeye çalışırken genç takım elbiseli bir çocuk İspanyolca birşeyler dedi. Tahminen 'yardım edeyim' dedi. Ben de yine "No hablo Español" dedim. "Inglese" dedim. O da İngilizce konuşmaya başladı. Almanca da biliyormuş biraz. Hemen benimle karşılaştığı yerin arkasındaki binada çalışıyormuş. Elektronik mühendisi imiş. Almanya'ya yüksek yapmaya gitmek istiyormuş. Ben de 'Kimya mühendisiyim ama programcılık yapıyorum' dedim. 'A ben de' dedi. O daha çok C++ ve skript dillerini yazıyormuş. Kimseciklerin duymadğı "Autoit" diye bir dille uğraşıyormuş şimdi. Sonra sitenin oraya geldiğimiz sırada kaybolduk. Bir yandan muhabbet edip bir yandan dolandık. Neyse sonra bekçiyi gördük. Yeni arkadaşım bekçiye yolu sordu. Eve vardık. Birbirimize telefonlarımızı verdik. İsimlerimizi öğrendik. Ayrıldık.
Eve geldim. Yeni ev arkadaş- larım, ev sahibi Marta ve kira- cılarından Sebastian, hemen geldiler. "Yardım edebilir miyiz" dediler. Mutfağa eşyalarımı yerleştirirken yardımcı oldular. Sebastian İngilizce öğreniyor. "Ben konuşamıyorum bilmiyorum" diyor ama gayet de konuşuyor. Arada bazı şeyleri anlamıyor ama genelde anlaşıyoruz. Marta ile bana tercüman oldu. Mutfak işi bitince Marta kirli çamaşırlarım olup olmadığını sordu, Sebastian üzerinden. Sebastian, "Kirli çamaşırları odamızda tutmamızı istemiyor" dedi. Ben de verdim çamaşırları. Annemin verdiği tül torbaya koyduk. Mutfağın hemen yanındaki çamaşır odasına astık. Yarın yıkayacakmış. Marta titiz ve temiz anladığım kadarıyla. Benim odamda yerde duran terlikleri dolaba kaldırmış. Başka bir sorum var mi diye sordular. "Muchos gracias" dedim. Bir de önceki gece iyi geceler dilemiştim. Yanlış söylemişim onu düzelttiler. "Buenos Noches" demiştim. Yatarken tekil denirmiş: "Bueno Noche". Ablamla küçükken bildiğimiz her dilde iyi geceler dilerdik. İspanyolcasını yanlış söylemişiz hep. Marta yattı. Ben yemeğimi hazırladım. Ali Onur 3 kere falan tereyağ almayı unutma demesine rağmen unuttum. Ben her seferinde 'Arepa kötü oluyor di mi yağsız?' diye sordum. Ve nitekim yağsız arepa yedim. Arepa buranın halkının ekmeği. Yuvarlak oluyor. Buzdolabında veya buzlukta saklanıyor. Yeneceği zaman pişiriliyor. Arepanın yanına da avokado almıştım binbir hevesle. Avokado 5 çeşitti markette. Uzun uzun baktıktan sonra bir tane seçmiştim. Acı çıktı. 'Çöpe mi atacağız bunu şimdi diyerekten yemeğe' çalıştım. Dörtte birini yedikten sonra vazgeçip buzdolabına koydum. Yarın Ali Onur nasıl yendiğini anlatır.

1 yorum:

kuşkulu dedi ki...

vaay elifim..
sayfan çok renkli, canlı ve etkileyici. Bu arada daha önce de birşeyler yazmıştım. bana bir ses seda gelmedi..

neyse işten eve dönerken yaşadıkların bana, işte bir latin amerika ülkesi dedirttirdi. Adım başı birileri ile karşılaşıyor ve muhabete dalıyorsun. ortamdaki sosyalleşme potansiyeli pes dedirtecek düzeyde anlaşılan.

bir de insanların ikinci bir dil konuşmları ilginç. Ben Kolombiya'yı kenarda köşede kalmış bir ülke sanardım, anlaşılan epey bir mereklısı varmış..

çok keyifli bir ton var yazdıklarında, mutlumusun tebdil-i mekandan.

operim, yeni yazılarını heyecan ile bekliyor olacağım..