9 Temmuz 2008 Çarşamba

Turcos

Medellin Türkiye'den çok uzakta olduğu için Avrupa'daki birçok ülkede olduğu gibi insanların Türklere karşı bir önyargısı yok. Hatta kimileri Avrupa ülkesi gibi olduğunu düşünüyor. İşte bizde böyle problemler var diye anlatıyorlar. E aynısı bizde var diyorum, içlerini rahatlatıyorum. Gerçi onların problemleri benzer ama hep daha şiddetli. İlk defa memleket muhabbeti dönerken en kötü ülkenin vatandaşı değilim. Bir tek bu kadın-erkek ilişkileri meselesinde geriyiz. Camide kadınların erkeklerin yeri ayrı deyince garipsiyorlar, doğal olarak. Evlerde haremlik selamlık oturmalar falan garip hep. Burda da o kadar rahatlar ki. Hem insanlar birbirlerine daha yakın duruyorlar, hem çabuk muhabbet kuruyorlar. Kadın erkek farketmiyor.
Uzaklıktan dolayı kafalarda çok bir imajımız olmamasına rağmen yine de "Turca" deyince "Aaaaa..." diyor taksi şoförleri, "siz ticarette iyiysiniz". "Değiliz aslında" diyorum ama devamını getirmeye İspanyolcam yetmiyor. Memlekette yüzyıllar boyu azınlıklar yapmış ticareti, iyi değiliz aslında. Sonradan Ali Onur başka bir taksi şoförüne söylerken duydum ve hatırladım. Burda Ortadoğu'dan gelen herkese "Turco" diyorlar. Arap, Mısırlı, Lübnanlı ne varsa. Nedense artık. Osmanlı zamanında gelmişler de ondan mı bilmiyorum. Ticarette daha doğrusu pazarlıkta iyi olanlar da Lübnanlılar ve Suriyeliler.
Ali Onur düzeltiyor, "son de Turqia, la paisa", "Türkiye'deniz biz, Türkiye ülkesinden".

6 Temmuz 2008 Pazar

Medellin şehri

Kolombiya'ya gideceğim dediğim zaman herkes 'Deli misin, tehlikeli oralar' tadında laflar söyledi. Valla işte Ali Onur 6,5 senedir burda yaşıyor. Ki Ali Onur dağcılık alemlerinde güvenlik takıntısıyla bilinirdi. E Ali Onur orda bu kadar sene yaşıyorsa demek ki orda yaşanabilir. Nitekim 2004 senesinde Avrupa'dan sonradan tez hocam olan Robert French gelmeden önce o da tedirgindi Istanbul'la ilgili olarak. Çünkü İstanbul Avrupa'da tehlikeli bir şehir olarak biliniyor. Ki aslında kısmen doğru, birçok Avrupa şehri kadar güvenli değil. Özellikle yabancıların başına kötü şeyler gelebiliyor. Yakın zamandan bilir herkes, Pippa Bacca'nın başına gelenler utanç verici.. Ama diyeceksiniz 'kız başına otostop mu' çekilirmiş. İşte burda yaşamak da öyle birşey buranın kurallarını öğrenirseniz sorunsuz yaşarsınız. Ali Onur Medellin'de de Kolombiya'da da çok gezen biri, 6,5 senedir cüzdanı bile çalınmamış. İstanbul'la karşılaştırmak gerekirse burası biraz daha güvensiz.



Medellin buranın ikinci büyük şehri. Modern bir şehir, yani muz tarlaları ve jungle falan yok. Binalar yeni ve mimarileri de güzel. Turuncu renkli tuğlalar kullanıyorlar ve bu yüzden şehirde turuncu rengi hakim. İki sıradağın arasındaki bir vadinin içinde kurulmuş. Güzel bir metrosu ve tepelerdeki mahallelere ulaşımı sağlamak için iki tane de teleferik hattı var. Buranın metrosu yerin altına konmamış da yerin üstünde yükseltilmiş. Aşağıda metrodan çektiğim resim var. Solda da metroyu görebiliyorsunuz.





Medellin 1616 yılında İspanyollar tarafından kurulmuş. Tarihçiler burayı kuranların İspanya'dan kaçan Yahudiler olduğuna inanıyorlar. Bahçeler kurmuşlar ve Kolombiya'daki birçok yerden farklı olarak kölelerle çalışmak yerine buraların bakımını kendileri yapmışlar. Komşu şehirlerle fazla ticaret yapmamışlar, bu yüzden çalışkan ve bağımsız olarak bilinirlermiş. Halen diğer şehirlerden daha çalışkan ve organize olarak biliniyorlarmış. Şehir 20. yüzyılın başında trenyolunun gelmesiyle hızla gelişmiş. İş sahipleri kahve ve altından kazandıkları paraları tekstile yatırmışlar ve çok kar etmişler.





1980'lerin başında Pablo Escobar'la beraber Medellin dünyanın kokain başkenti haline gelmiş. Dünyada ölüm oranı en yüksek şehirlerden biri haline gelmiş. Ta ki 1993'te Pablo Escobar'ın ölümüne kadar. O zamandan beri güvenlik artmış. Özellikle son beş senedir Medellin, Kolombiya'nın hatta Güney Amerika'nın en güvenli şehirlerinden biri haline gelmiş. (Kaynak: Lonely Planet) Bana inanmıyorsanız burda hosteli olan bir yabancının yazısına yönlendireyim sizi: Is Colombia secure?





Belediyenin ve devletin aktif olarak şehri daha güvenli ve yaşanılır bir hale getirme çabaları var. Şehrin tepelerinde gecekondu mahalleleri var ve buralara teleferik yaparak ulaşımı kolaylaştırarak daha güvenli hale getirmişler. Yine şehrin güneyinde büyük süpermarketlerin kurulması ile daha güvenli hale gelen bölgeler var. Şehre insanların gelip çocukları ile vakit geçirebilecekleri meydanlar yapılmış, botanik parkının girişini ücretsiz hale getirmişler. Şehrin birçok yerinde spor alanları var. Spor alanlarında koşu parkuru, havuz, bmx bisiklet çalışma yerleri, kaydırakla kaymak için yerler, paten kaymak için alanlar var. Çocuklar için, yaşlılar için ve gençler için bu alanlarda step ve dansların karışımından oluşan spor saatleri var. Bizde böyle şeylerden yararlanabilmek için maddi gücünüzün ortalamanın üstünde olması gerekiyor.

Kolombiya Amerika'daki gibi eyaletlerden oluşuyor. Medellin, Antioquia eyaletinin başkenti. Burada yaşayan insanlar genelde beyaz ağırlıklı. Zenciler daha çok kıyı kesiminde bulunuyorlar. Ben hissetmedim ama bir hayli ırkçılık varmış. E tabi beyaz biri olarak bunu hissetmemem doğal sanırım. Siyahlar ve yerliler ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlarmış. Sapsurro'ya gittiğimizde yolda yerliler görmüştüm. Burda da ara ara sokakta görüyorum. Köylerinden ayrılmak zorunda kalıp da Medellin'de sokakta yaşayan yerliler var. Medellin'de sanırım havanın da uygun olmasından dolayı sokakta yaşayan çok insan var.





Medellin kötü geçmişinden sıyrılmaya çalışan, insanları çok tatlı, modern ve çok yaşanılası bir şehir. Gelmek isteyenlere tavsiye edilir.





Kaynakça:

  • Wikipedia - Medellin - 5 Temmuz 2007.


  • Lonely Planet - Colombia


4 Temmuz 2008 Cuma

Ingrid'i kurtardılar

Çarşamba günü iş arkadaşlarımızdan biri gelip ateşli ateşli birşeyler söyledi. Arkasından bizim elemanlar söylediler, Ingrid Betancourt'u kurtarmışlar. Ingrid Betancourt, 2002 yılında başkanlığa adayken FARC tarafından kaçırılmış ve 6,5 senedir FARC'ın elindeymiş. FARC'in elindeki en yüksek profilli, yani en çok ses getirecek rehine.
Hemen internetten televizyonlar, radyolar açıldı. Herkes haberleri izlemeye koyuldu. Kolombiyalılar çok sevinçliler. Akşam bir kafeye gittik Ali Onur'la, normalde televizyon olmayan bir yer. Televizyon açık ve herkes televizyon izliyor. Sürekli İngrid Betancourt'u gösteriyorlar.
Son 6 ay içerisinde FARC'ın en üst düzeyden 3 kadar adamı öldürüldü ve bu olayla birlikte FARC'ın artık sonunun geldiğine inanılıyor.
Çarşamba akşamı Ali Onur bana nasıl kurtarıldıklarını anlattı. Efsane bir operasyon. Adı Şahmat operasyonu.
FARC rehineleri ormanda tutuyor ve yerleri belli olmasın diye sürekli yerlerini değiştiriyor. Rehineleri ufak gruplar halinde tutuyorlar ki kazara bir grup bulunursa ellerinde başla rehine kalsın. Haftalar boyu yürüdükleri olabiliyormuş. Ve eğer şans eseri ordu bunları bulacak olursa ilk işleri rehineleri öldürmek. O yüzden ailelerin çoğu operasyon yapılmasını istemiyorlar.
Kolombiya ordusu genel sekreterliğe bir adam sokuyor. Bir sene belki çok daha önce. Bu adam rehinelerin ormanda önce bir araya getirilmesini sağlıyor. Arkasından ordudan insanlar gerilla kılığında 2 helikopterle buluşma noktasına geliyorlar. Rehineleri ve hatta birkaç tane de gerillayı helikopterlere bindirip götürüyorlar. Helikopterde gerillaları hareketsiz hale getiriyorlar. Ve rehinelere 'Biz sizi kurtardık' diyorlar. 15 kişi kurtarılıyor.
BBC'de hikayenin İngilizce'sini okuyabilirsiniz.
Günlerdir bu olay konuşuluyor. Haber geldiğinde herkes çok heyecanlandı. İnsanlar çok duygulandılar.

Ek: Dün İspanyolca hocamla konuştuk konuyla ilgili. Seçim zamanlarında hükümet seçim adaylarına kaçırıldığı bölgeye gitmemesi için uyarmış. Ingrid Betancourt dışında kimse oraya gezi düzenlememiş. Hatta danışmanlarından biri gitmeyi reddetmiş. Ingrid Betancourt bu bölgeye giderken bir takım belgeler imazalamış. O yüzden Kolombiya'lıların bir kısmı da ona bir miktar kızgınlarmış.

25 Haziran 2008 Çarşamba

Anneme yardım

Anneciğim benim buralara gelmem vesilesiyle bilgisayarla haşır neşir olmaya başladı. Epostalarını okuyor bana eposta atıyor. Messenger işine daha giremedik.
Kendi kendine cebelleşiyor bilgisayarla. Birileriniz vakit ayırıp anneme biraz bilgisayar konusunda yardımcı olabilirseniz çok sevinirim. Bana yazın ben görüşmeyi ayarlarım.

29 Mayıs 2008 Perşembe

San Rafael

Çalıştığım şirkette İngilizce'ye çok önem veriliyor, bir önceki yazımdan da anlaşılacağı üzere. Burda öğlen araları iki saat. Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri 1'er saat İngilizce dersi var. Salı günü konuşma dersi var ve ben veriyorum. İlk gün 6-7 kişi gelmişti, ama bu katılım beni merak ettiklerindenmiş herhalde, çünkü sonraki derslere katılım 2 kişi civarında oldu. 2 hafta kadar önceki dersime sadece Eric geldi. Okul ve iş üzerine konuştuk. Eric ilk zamanlarda pek konuşmuyordu. Şimdi daha çok konuşur oldu. Dersin sonunda benle İngilizce konuşmayı çok sevdiğini söyledi. Çok sevindim. İş, para tabi güzel şeyler ama bir insanın hayatına doğrudan etki ediyor olmayı görmenin tatmini ayrı. Jonathan (benim beraber çalıştığım eleman) da, Eric de hayatlarında ilk defa biriyle İngilizce üzerinden iletişim kuruyorlarmış. Eric bir haftasonu beni ve yazılım grubunu (4 kişi) memleketine davet etmek istediğini söyledi. Yolda da bana yerleri tarif edecek ve İngilizce konuşacağız.
Geçen haftasonu gittik, San Rafael'e. Burası kasaba hatta belki köy denebilecek büyüklükte bir yer. Bir nehrin yakınına kurulmuş yemyeşil bir yer. Cumartesi öğlen çıktık, akşamında ordaydık. Carlos gelmedi. Jonathan ile kız arkadaşı, Eric ve ben gittik. Varınca yemek yedik, Eric'in annesi ile muhabbet ettik.


Ben İspanyolca konuşamıyorum halen ama Jonathan'ın yardımıyla konuştuk. Gece Eric'le San Rafael'in barına gittik. Jonathan ile kız arkadaşı yorgunlardı. Kolombiya'da en küçük köyde bile 2-3 tane bar olurmuş. Her yaştan insan buraya gelip içki içiyor, dans ediyor ve laflıyor. San Rafael'de maşallah 4-5 tane var. Biz oranın gözde barına "La Tiendra de Luis"e gittik. Bizi Eric'in arkadaşı Anderson karşıladı. Oturduk çat pat İngilizce konuştuk. Anderson konuşmaya çekindi. Ben arada bir iki kelime anlıyorum, atlayıp onlar sormadan cevap veriyorum. Bilemedikleri kelimeleri bana tarif ediyorlar, ben kağıda yazıyorum, içerisi karanlık, ışığa tutup okumaya çalışıyoruz. Bu arada Aguardiente içiyoruz.
Aguardiente, yani ateş suyu, anasondan yapılan bir içki. Burdaki diğer bir içki de Ron. Ronun tadı viskiye benziyor ve sevmiyorum. Aguerdiente'nın tadı rakıya benzediği için seviyorum. Aguardiente'yi tekila bardakları gibi bardaklarda içiyorlar. Tek dikişte bitiriliyor. Üzerine su içilebiliyor. Ben 'bizde de buna benzer bir içki var ama daha sert' diye diye içtim aguardienteyi.
Ortamda dansediliyor. Benle pek dansetmek istemiyorlar. Galiba dansetmeyi bilmiyorum diye. Neyse ben kendime dansedecek birini buldum. Ne yazik ki ben kalktığım sırada artık latin müziği yerine tekno çalmaya başladı. Botero ile uzun süre dans ettik. Çok da eğlendim. Botero çok komik, gecenin sonunda dalga geçer gibi bana "I'm gay." dedi. Sonra orda kaldığım süre boyunca Botero ile dans ettiğim anlatıldı. Ordan birinin evine gittik. Ama bundan sonrasını ne yazık ki fotoğraflardan öğrendim. Çünkü aguerdiente rakıdan hafif olsa da hiç de hafif bir içki değilmiş.
Ertesi günü midem başım felaketti. Çok içen bir memleket olarak hemen bir çözüm üretildi. Bakkaldan 'sal de fruta' alındı. Suyla karıştırılıp içiliyor. Alkasetzer etkisi yapan bir ilaç. Biraz kasabayı gezdik.

Güney Amerika'da aşağı yukarı her şehirin merkezinde bir meydan ve meydanın yanında bir kilise oluyormuş. Meydanın adı da genelde Simon Bolivar meydanı olurmuş. Yukarda kiliseyi aşağıda meydanı görebilirsiniz.





San Rafael bir nehrin kenarına kurulmuş. 2-3 tane de köprüsü var.


Nehire araziden gittik. Yolda giderken Eric'in arkadaşlarını toplaya toplaya ilerledik. Buranın doğası çok güzel. İnanılmaz yeşillik ve yeşilin tonu çok güzel.


Bir yerde nehiri geçtik. Yemek yenilen yere gittik. Burası alabalık çiftliği gibi bir yer. Ama alabalık yerine başka bir balık var tabi. Balıklar için ufak bir havuz yapmışlar. Balık lazım olduğu zaman o havuzdan tutuluyor. Biz gidip kendi balığımızı kendimiz tuttuk. Kendin tut kendin ye..


Arkasından nehire gittik. Nehir normalde çok berrak olurmuş ama yağmur yağdığı için rengi açık kahve. Eric çok üzüldü bu duruma.


Nehirde güçlü bir akıntı var ve su tatlı olduğu için bana yüzmesi zor geldi bayağı. Genelde bir yerlere tutundum veya birşeylerin üzerinde durdum. Yüzerken nehirle beraber akıp gitmemem için kolumdan çekmeleri gerekti.


Gençler köprülerden taşlardan patır patır atladılar.




Arkasından yemeğe gittik. Herkes balıklarını yedi, ben patacon, pilav ve salata yedim her zamanki gibi. Yemek yerken bir yağmur başladı. İnanılmaz.. 1-2 saat şakır şakır yağdıktan sonra eve doğru yol aldık. Yağmur yağdıktan sonra etraf daha da güzel bir yeşil oldu. Yolda bana Juanes dinlettiler. Kolombiya'lı bir rock şarkıcısıymış kendisi. Shakira kadar olmasa da dünyaca ünlü imiş.

Akşam yıkandık, dinlendik sonra tekrar bara gittik. Pazar akşamı bar daha da kalabalık oldu. Ben genel olarak etrafı izliyorum. Dansedenlere bakıyorum. Salsa, vallenato ve reggaetonla dansediyorlar. Benim için en ilginci reggaetonla dansedilen perreo.

Ertesi günü tekrar nehire gittik. Bu sefer motosikletlerle gittik. Misafirperverliklerinden midir nedir beni en yakışıklı çocuğun arkasına bindirdiler. :) Sonra iş arkadaşım Jonathan yol boyu resimlerimi çekip dalgamı geçti, "Ooo bindin motosikletin arkasına, güzel çocuğun arkasında gidiyorsun" gibilerinden. Ben de bozuntuya vermemeye çalıştım ama resimden de görüldüğü üzere çok da hoşuma gitti.


Salı günü işte iş arkadaşlarıma resimleri gösterdim. Hikayeleri anlattık, bol bol gülüştük.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Today is English Day at Sapian

Bugün şirkette İngilizce konuşma günü, o yüzden çok mutluyum. Tüm konuşmaları dinleye- biliyorum. Konuşmalar İspanyolca olursa hemen müdahale edebiliyorum. :)
Cuma günü yaptığımız toplantıda buna karar verildi. Şirkettekilerin İspanyolca öğrenmesi için büyük bir çaba var. Hatta benim gelmemin sebeplerinden biri bu. Şirkette İngilizce konuşulup iş yapılıyor. Şirketin yurtdışına açılma planları var. O yüzden "English is very very important!".
Posted by Picasa

16 Mayıs 2008 Cuma

Medellin'deki adres sistemi

Medellin görece yeni kurulan bir şehir 17. yüzyılda kurulmuş. Yeni olmasının bir takım avantajları var. Çok düzenli sokakları var. Bütün şehir kuzey-güney doğrultusundakilere 'carreta [kareta]' denilen ve doğu-batı doğrultusunda 'calle' denen sokaklarla bölünmüş. Amerika'daki gibi bloklar var. Sokakların genelde isimleri yok, onun yerine numaralar var.


View Larger Map

Carretalar doğudan batıya doğru artıyor. Calleler de düneyden kuzeye doğru artıyorlar.
Apartman numaraları da değişik. Apartman numarası, apartmanın bulunduğu sokağın dikine kestiği ufak numaralı sokağa uzaklığı kadar. Yani diyelim ki Carreta 78'de oturuyorsunuz ve apartmanınıza en yakın iki dik sokak Calle 34 ile Calle 35. Apartmanınız Calle 34'e 50 metre uzaklığında. Apartman numaranız 50. Eğer tek numaralı apartmanların bulunduğu tarafta iseniz 49.

Adres sistemi bu kadar düzgün olunca, adresler kısacık oluyor. Örneğin:

Cra. 59 #14-95
Medellin / Kolombiya

Bu yer 59. carreta üzerinde 14.cü calleye 95 birim uzaklığında.

Bu yüzden kaybolma riski yok, en fazla biraz yürürsünüz.

15 Mayıs 2008 Perşembe

Medellin'de Türkiye günleri

Medellin'deki üniversiteler her sene bir ülkeyi seçiyor ve o ülkenin kültürünü tanımak amaçlı etkinlikler yapıyorlar. Bu sene Türkiye senesiymiş. Geçen iki hafta boyunca Türkiye ile ilgili etkinlikler vardı. Konuşmalar, konserler, film gösterimleri ve dün Türk mutfağı etkinliği vardı. Üniversitede büyük bir odaya çadır gibi bir şey kurmuşlar, yer sofraları hazırlamışlar. Çadırın bir duvarına Türkiye resimleri yansıttılar ve değişik değişik Türk müzikleri çaldılar.


Etkinlikte burdaki diğer Türklerden iki kişi ile daha tanıştım. Şirin ile Adem. Adem buraya Hırisyanlık çalışmak için gelmiş. Şirin de eşi Adem dolayısıyla burda. Şirin yemeklerin yapımında, tariflerde yardımcı olmuş. Aşağıda yemeklerin hazırlandığı yer ve yemekleri hazırlayan ekipten Jorgia var.



Önden zeytin ve kuruyemiş dağıttılar. Arkasından Yayla çorbası. Patlıcan ve kabak dolması. Musakka ve en sonunda kabak tatlısı. Yemekler güzeldi. Benim konuştuğum insanlar yemekleri beğendiler sadece musakka acı geldi. Burdaki yemeklerde çok fazla baharat kullanılmıyor.


Yemek sırasında Ali Onur ve Adem konuştular. Burdaki tecrübelerini anlattılar. Türk mutfağını anlattılar. Ve anlamadığım başka şeyler anlattılar.


Yemekte bir de sürpriz vardı: Dansöz! Dansözümüz çok da güzel oynadı. Burda bir göbek dansı okulu varmış.

Bu etkinlikler dahilinde bir de yayın çıkarmışlar. Türk kültürü ile ilgili yazılar var. Ali Onur'la Juan Carlos (neyzen)'ın da bir yazıları var.

Aşağıda hazırlıkları yapan ekibi görebilirsiniz:


Etkinlikten sonra Juan Carlos'un kaligrafi sergisini gezdik.

13 Mayıs 2008 Salı

Deniz

Dün İspanyolca kursumun ilk günüydü. Kursu EAFIT üniver- sitesinde alıyorum. Sınıfta 2 kişiyiz. Mısır asıllı bir Amerikalı ve ben.
Kursa yazılmaya gelince koordinatör bana kursta bir Türk olduğunu söyledi. Ona telefon numaramı vermiş ve dün görüştük.
Deniz EAFIT'teki ilk Türk öğrenciymiş. 3 aydır burdaymış. İspanyolca'sını geliştirmek için gelmiş. Deniz ne yazık ki Çarşamba dönüyor. Dün akşam İspanyolca hocam (onun eski hocası), Deniz, Ali Onur ve ben, yani Medellin Türk komünitesinin yarısı, beraber yemek yedik. İspanyolca hocam da çok tatlı, çok muhabbet. Masada İspanyolca, Türkçe, İngilizce konuşuldu sürekli. Resimde en soldaki İspanyolca hocam, en sağdaki Deniz.
Ali Onur'a göre buranın Etiler'i olan Parque lleras [parke ceras]'da yedik yemeğimizi.

11 Mayıs 2008 Pazar

Jardín Botánico de Medellín

İlk haftasonu Medellin'in botanik bahçesine gittik. Çok güzel, kocaman bir yer. Giriş ücretsiz ve insanlar burayı park gibi kullanıyorlar.
İlk girişinde 'orquideorama' var. Orquiderama, orkideler ve gölgede yaşayan bitikiler için yapılmış çok güzel bir yapı.

Orquiderma'nın çatısı..

Botanik bahçesi çok büyük bir yer. Değişik tipteki bitkiler bir arada duruyor. Bir bölüm de kaktüs bölümü.




Arada tanıdık bitkiler de var.







Bahçede gezerken bir sincap, bir iguana, ufak bir maymun, bir de tembel hayvan gördük. Tembel hayvan çok yavaş hareket eden bir hayvan.

Aşağıdakiler Guadua. Bu bir bambu çeşidi, ama bizim bildiğimiz bambudan çok daha kalın. Guaduayı Ev ve mobilya yapımında kullanıyorlar.



9 Mayıs 2008 Cuma

"Spanish"

Yeni evime taşındığım gün bir alışveriş listesi yaptım. Ertesi gün markette listeye bakıyorum. "Spanish" yazıyor.
Ne için yazdığımı halen çözemedim. Ev sahibi ile iletişim zorluğu çekince lazımlar listesine dalgınlıkla mı ekledim, kendi kendime espri mi yaptım... Yoksa İspanyolca kursunu araştırayım diye kendime not mu düştüm hatırlamıyorum.
Burda İngilizce bilenlerin sayısı bayağı az. Arkadaşım olsun, Medellin dışına tek başıma çıkabileyim, taksiye binebileyim diyorsanız İspanyolca öğrenmek lazım.

6 Mayıs 2008 Salı

Ekstrem yolculuğumuz

5 Mayıs Pazartesi tatildi burda. Fırsat bu fırsat deniz kenarına gidelim dedik. Cuma akşamına kadar da tam da karar veremedik. Ali Onur'un işleri vardı. Gloria Çarşamba Küba'ya gidiyor. Derken Cuma akşam 7 gibi 'haydi gidelim' dedik. Gloria işleri olduğu için gelmedi. Hemen sırayla evlerimize gittik. Eşyaları topladık. Doğru otobüs garına. Aynen üniversitedeki son dakika dağa gidiş toparlanmaları gibi oldu. Sadece daha zahmetsiz, malzeme daha az.


Amacımız Panama sınırının yakınındaki Sapzurro'ya gitmek. Ali Onur 'Olympos'a 10 basar' diyor burası için. Yukardaki resimde gördüğünüz otogara geldik. 23'e otobüs bulduk. Eski bir otobüs ama geniş koltuklar, yine koltukların arası geniş. Rahat. Sahil kesimine gittiğimizden otobüsteki siyah tenli sayısı yüksek. Müzik var. 'Vallenato [bacenato]'lar çalıyor. (Ali Onur buranın müzikleri ile ilgili pek bilgili, bir ara belki bize bir yazı yazar.) Ali Onur, 'çok ekstrem bir yolculuk olacak' diyip duruyor. Ben de boş bos suratına bakıyorum, otobüsle tekneyle gidilen bir yolculuk ne kadar ekstrem olabilir.
Gece 2 gibi otobüs bir mola yerinde durdu. Yolda toprak kayması olmuş. Buldozerlerin gelip yolu açması gerekiyor. Buralarda olağan birşey. Yollar dağların yamacına açılmış ve çok yağmur yağdıktan sonra toprak kaymaları oluyor. Bir süre bekledikten sonra yeniden yola çıktık. Arabalar, kamyonlar sıralanmış. Bizim otobüs de girdi sıraya. Bekliyoruz yine.


Otobüsten indik, toprak kaymasının olduğu yeri görmek için ilerledik. Karşı tarafta da arabalar sıralanmış. Buldozer gelmemiş bile.

Dolandık, bir-iki saat sonra yol açıldı. Yola devam ettik. Yol boyu sürekli her yer yeşil, açıklı koyulu.


Öğlen 12 gibi bir yerlerde durduk yemek yedik. Yemek benim için burda biraz problem. Et yemiyorum ve burda yemek olunca illa ki içinde et oluyor.




Öğleden sonra Turbo'ya vardık. Amacımız Turbo'ya sabahtan gelip sabahki tekneyi yakalamaktı. Ama onu kaçırmış olduk. Geceyi Turbo'da geçirmemiz gerekti. Turbo, Ali Onur'un dediğine göre Kolombiya'nın en çirkin sahil kasabalarından biri. Çok güzel değil gerçekten ama bana herşey çok ilginç geliyor. Ordan geri dönsek bile benim için çok değişik bir tatil olurdu. Turbo'nun içinden bir dere geçiyor. Biraz onun sahili boyunca yürüdük. Biraz kötü kokuyor. Sonra daha geniş bir kolun üstünden geçen köprüyü bulduk. Onun üstünden karşı kıyıya geçtik.


Burda hep barakalar var. Buradaki bir bakkalda bira içtik. Sonra geri merkezin olduğu yere döndük.



Akşam yemek için bayağı bir dolanmamız gerekti. Sonunda patacon bulduk. İlk gönderilerimde anlattığım platanondan yapılan yiyecek. Yanına da kaşar kızarttılar. Biraz daha merkezde dolandık sonra da yattık uyuduk. Sabah teknemiz 8 buçuktaydı. 7'ye doğru kalktık. Kahvaltımızı edip teknenin kalkacağı yere gittik. Teknenin etrafında uzunca süre bekledik. Ali Onur beni tembihliyor, 'Tekneye insan almaya başladıkları zaman teknenin arka sıralarından yer kap' diyor. Ali Onur çantaları verecek. Ben de öyle yaptım. Oydu buydu derken tekne kalktı. Kalkmadan az önce bir anne ve 4 çocuğu bindi. 3 çocuk bizim sıraya düştü. Ali Onur onlara annelik etti. Ben de babalık ettim. :) Biri kucağımızda uyudu.


Ali Onur 'Yolculuğun en ekstrem aşamlarından birindeyiz' dedi. 'Seni deniz tutar mı Elif Kuş, torba alalım mı' diyor. Benden öncekilerle geldiklerinden kimse kusmamış. 'E' dedim 'o zaman bana da birşey olmaz'. Başladık nehirin içinden gitmeye.

Bayağı iyi bir rüzgarla başladık. Sonra yağmur başladı. Arada sahil güvenlikte durduk. İsimlerimizi yazdılar. Panama yakınına gittiğimiz için kontrol ediyorlarmış. Nehirden denize doğru gittikçe dalgalar arttı. Açık denize gidince dalgaları bayağı hissettik. Tekne dediğim şey hız motorunun büyüğü, arkasında iki motor takılı ve hızlanınca burnu havalanıyor. Dalgaların üstünden geçtikçe denize düşüyor, tekrar havalanıyor. Ne kadar öndeysen hareketi o kadar çok hissediyorsun. Teknenin arkasında yer kapmamızın sebebi buymuş.

Yol boyunca sahilde 3-4 köye vardık. Bunların çoğuna tek ulaşım yolu denizden.


3-3.5 saatte Kapurgana'ya vardık. Orda dolandık.


Buranın uçak pisti var, dönüş için uçak bulabilir miyiz diye baktık. Yokmuş.


Yemek yedik.


Sonra da Sapzurro için tekneye bakındık. 5 dakika ile kaçırmışız. Biraz daha dolandık, gezindik. Tekne gelince bindik gittik. Yarım saatte Sapzurro'ya vardık.

Sapzurro'da Ali Onur'un normalde kaldığı yerde yer yoktu. Biz de Ali Onur'un bir arkadaşının tarifi üzerine başka yere gittik. Çok güzel bir odada kaldık. Hemen giyinip denize koşturduk. Ali Onur deniz gözlüğü ve şnorkel getirmişti ikimiz için. Ben aslında denizde balıklardan huylanırım biraz. Ama Ali Onur 'Huylanmayacağız, denizde gördüğümüz balıkları birbirimize gösterip mutlu olacağız' diyerek beni kısa sürede ikna etti. Gerçekten de çok güzeldi. Parlak renkli balıklar vardı denizin dibinde. Aynen "İnanç Dünyası" belgesellerindeki gibi. :) Parlak mavi, mavi pembe arası, çizgili, noktalı, ufacık parlak mavi renkli, ufacık sarı parlak renkli. Arada yine çok güzel renkli balık sürüleri. Size internetten gördüğümüz balıklardan bir resim buldum.


Böylece Ali Onur hayatımda bir ilke daha imza attı. Şaka maka Ali Onur'un hayatımda çok etkileri vardır. İlk defa Bilişsel Bilimler'i ondan öğrenmiştim. Üniversitede ben 3 veya 4'teyken Ali Onur, Umur Talaslı'nın meşhur "Perception" dersini alıyordu. Onunla bir dersine girmiştim. Sonra Linux'u da ilk defa ondan öğrendim. Debian kullanıyordu o zamanlar. O yüzden Debian distrolarını tercih ederim. Bilişsel Bilim'le 4 senemi geçirdim, şimdi de açık kaynak yazılımları kullanarak para kazanıyorum. :) İkisi de çok severek tutkuyla yaptığım işler oldu.

Yüzerken de yeni birşey fark ettim: Sağ omzum katur kutur ses çıkarıyor. Hava kararmaya başlayıncaya kadar yüzdük. Burası köy gibi bir yer olduğundan hava kararınca kurbağalar, yengeçler dolanıyor. Kaldığımız yerin masasında otururken ordaki çocuklardan biri bize yakaladığı yengeci gösterdi. Ali Onur pek bir sevimli buldu. Ben mesafemi korumayı tercih ettim. Çocuk da çok mutluydu, akşam yemeğim çok güzel olacak diyerek.


Bu sahil kasabalarında eğlenceler çok sık oluyormuş. Biz de bu eğlencelerden birine denk geldik akşam.
Cartegena'dan bol bol vallenato [bacenota] çalan bir grup vardı. Her yaştan insan vardı. Sapzurro'da çok fazla turist yok. Grup ara verdiği sırada gruptan biri gelip adımız öğrendi ve piyanist şantör hesabı bize bir şarkı adadı.



Ertesi günü beş buçukta kalktık, balık aşkına. Eski patronlarım görse gözleri yaşarırdı. (Artık okurken yaşarır belki. ;) ). Kurbağa ve horoz sesleri içinde uyandık. Hatta sabah 4 gibi horozlar yanlış alarm verdiler. Demek ki burda erken öten horozu kesmiyorlarmış. Bir saat kadar daha balıkların peşinden yüzdük. Sonra teknemize binip yeniden yollara düştük.



Kapurgana'ya ordan Turbo'ya. Dönüşteki tekne yolculuğu daha yumuşak oldu.



Turbo'ya varınca hemen otobüs bakındık. Ne yazık ki dönüş yolumuz toprak kaymaları yüzünden kapanmış. Daha uzun bir yoldan Medellin'e giden bir otobüs daha doğrusu midibüs bulduk. Bu sefer en arkaya denk geldik. Ve koltukların arası çok sıkışıktı. Kötü bir yoldan başladı yolculuk. Yola hız kesmesi için banketler koymuşlar, yol kesmek için sanki. Şöfor de sağ olsun oralı değil. Hoplaya zıplaya geldik. Hatta bir keresinde Ali Onur'un kafası tavana çarptı. Son aşamada yolculuk gerçekten ekstrem hale geldi yani.



Neyse ben bu koşullardan bile uyumayı becerdim. Öğlen bir buçuk gibi çıktık yola. Gece 2-3 gibi varmayı bekliyorduk. Ama işler beklendiği gibi olmadı. Yolda bir iki yerde çok beklememiz gerekti. Yolun kısa bir kısmını polis eskortuyla geçmişiz. Geçen haftalarda devlet burdaki kokain tarlalarını havadan ilaçlamış. Köylüler de ayaklanmış. Ben uyuduğum için sabah öğrendim. Sabah 6'da Medellin'deydik. Evlerimize gittik. Duşlarımızı alıp işe geldik.

Not: Ali Onur'un gönderinin altında uzun bir yorumu var. Bilginize.